Tarlanın Bekçisi

Abdulkadir Şanlı
gazetecikadir63@hotmail.com -Vaktiyle bereketli bir tarlanın hikayesi dilden dile dolaşırdı. Bu tarla, tüm köyün geçim kaynağıydı. Kimi zaman buğday, kimi zaman mısır, kimi zaman da ayçiçeği yetiştirir, her yıl cömertçe ürün verirdi. Köylüler, tarlanın bekçisini seçerken çok dikkatli olurdu. Bekçinin görevi, tarlayı zararlı otlardan, hayvanlardan korumak ve toprağın her zaman verimli kalmasını sağlamaktı.
İlk zamanlar bekçiler işini canla başla yapardı. Kimi sabahın ilk ışıklarıyla tarlaya gelir, otları tek tek ayıklar; kimi zaman da toprağı havalandırmak için saatlerce uğraşırdı. Tarlanın her köşesi, onların emeğiyle parıldardı. Köylüler memnundu, bekçiler de işlerinin karşılığını fazlasıyla alırdı.
Ancak zamanla işler değişmeye başladı. Bekçiler, tarlayı korumak yerine birbirleriyle uğraşmaya, kimin daha iyi bekçi olduğunu tartışmaya başladılar. Tarlanın bir köşesi "Sol Bekçi"nin, diğer köşesi "Sağ Bekçi"nin kalesi oldu. "Sol Bekçi" tarlayı korurken elinde tuttuğu uzun bir sopa, "Sağ Bekçi"nin elinde ise parlak bir meşale vardı. İkisi de diğerinin yöntemini eleştiriyor, kendi yöntemlerinin tarlayı en iyi şekilde koruduğunu iddia ediyordu.
"Meşale ne işe yarar ki?" derdi Sol Bekçi. "Karanlıkta bile tarlayı aydınlatır," derdi Sağ Bekçi gururla. "Ya bu sopa?" diye sorardı Sağ Bekçi, "Ne kadar yavaşsın!" "Benim sopam disiplin sağlar," diye cevap verirdi Sol Bekçi.
Köylüler bu tartışmaları izlerken şaşkındı. Onlar için önemli olan tarlanın verimiydi. Ancak bekçiler, tarlanın ortasına bir duvar örmeye başladılar. Sağ Bekçi duvara kendi logolarını, Sol Bekçi ise kendi resimlerini asıyordu. Aralarındaki rekabet öylesine büyüdü ki, tarlanın kuzeyinden gelen zararlı otlar, güneyden gelen kemirgenler hiç umursanmıyordu. Bekçiler, sadece kendi bölgelerindeki zararlılara karşı savaşıyor, o da lafta kalıyordu.
Bir gün, büyük bir fırtına koptu. Tarlanın ortasındaki duvar sarsıldı. İki bekçi de kendi duvarını korumakla meşguldü. Fırtına dindiğinde, tarlanın yarısı sular altında kalmış, diğer yarısı ise çoraklaşmıştı. Duvar sapasağlam ayakta duruyordu, ancak tarladan eser yoktu.
Köylüler, fırtınanın yarattığı yıkımı görünce bekçilere seslendi: "Tarlayı neden korumadınız?" Bekçiler şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. "Tarlayı korumak için duvarımızı koruyorduk," dediler. Köylüler hüzünle başlarını salladılar. Anladılar ki, bekçiler tarlayı değil, bekçiliklerini koruyorlardı.
Duvarları Yükseltmek mi, Tarlayı Yeşertmek mi?
Hikayemizdeki tarlanın bereketini kaybettiği o hazin son, bana günümüz siyasetini anımsatıyor. Toplumlar, tıpkı hikayedeki köy gibi, ortak bir tarlanın veriminden geçiniyorlar. Bu tarla; ekonomi, adalet, eğitim ve refah gibi temel değerlerden oluşuyor. Ve bu tarlanın bekçileri, yani siyasiler, aslında hepimizin ortak iyiliği için orada bulunuyorlar.
Ancak ne yazık ki, son zamanlarda bu bekçiler, tarlayı korumak yerine kendi duvarlarını inşa etmeye ve bu duvarları savunmaya daha çok vakit ayırıyor. Tarlanın bir tarafı "sağ", diğer tarafı "sol" diye ayrılmış durumda. Herkes kendi meşalesinin ya da sopasının ne kadar doğru olduğunu anlatmakla meşgul. Kendi seçmen kitlelerini "düşman" tehdidine karşı koruyormuş gibi yaparak, aslında sadece kendi pozisyonlarını pekiştiriyorlar.
Enflasyonla boğuşan ekonomi, liyakatin sorgulandığı kamu yönetimi ya da eğitimdeki eşitsizlikler... Bunlar, tarlanın her geçen gün artan zararlı otları ve kemirgenleri. Oysa bekçiler, bu sorunları çözmek yerine, kimin sopasının ya da meşalesinin daha iyi olduğunu tartışmaktan geri durmuyorlar. Bir taraf, ülkenin sorunlarını "diğer tarafın" hatalarına bağlarken, diğer taraf da aynı kolaycılıkla cevap veriyor. Kimi zaman bu tartışmalar, toplumu kutuplaştıran, birbirine düşman eden, gereksiz ve yorucu birer şova dönüşüyor.
Oysa hikayemizdeki köylülerin sorduğu o kritik soru çok anlamlı: "Tarlayı neden korumadınız?" Bugün de bizlerin sorması gereken soru bu olmalı. Siyasiler, kendi siyasi pozisyonlarını, ideolojik duvarlarını ve dar çıkarlarını korumakla o kadar meşguller ki, asıl görevlerini, yani toplumu ve ülkeyi korumayı unutuyorlar.
Unutulmamalıdır ki, fırtına geldiğinde, ne sağcı ne de solcu duvarların bir anlamı kalır. Önemli olan, toprağın verimli kalması ve ortak refahın korunmasıdır. Tıpkı tarlanın bekçilerinin, sadece bekçiliklerini değil, asıl tarlayı koruması gerektiği gibi, siyasilerin de sadece kendi makamlarını değil, asıl ülkeyi ve toplumu düşünmesi elzemdir.
Belki de artık bekçilere, duvarları yükseltmek yerine tarlayı yeşertmenin daha önemli olduğunu hatırlatmanın vakti gelmiştir. Yoksa hikayemizdeki gibi, fırtına dindiğinde, geriye sadece anlamsız bir duvar ve çorak bir toprak kalacaktır.