Ankara’nın Bağları Nereden Geliyor? Sizin İçin Araştırıp Yazdık…
İşte Ankara’nın meşhur bağlarının ve içlerindeki bağ evlerinin kısa bir yok oluş öyküsü!
İnternete “Ankara’nın bağları” yazdığınızda çıkan tüm adresler sizi oyun havalarına götürür. Tıklayın, kalkın ve oynayın! Şimdi de Ankara’nın bağları aramanızın başına “yok olan” ekleyin. Tıklayın, oturun ve ağlayın!
Anadolu topraklarında antik çağlara uzanan bağcılık
Ankara, Friglerden Romalılara kadar Ancyra (gemi çapası) iken, Türklerin gelişiyle Farsça “üzüm” anlamına gelen Engürü adını alır. Evliya Çelebi, üzümü bol olduğundan bu adla anıldığını söyler. Ancyra ile Engürü’yü karıştırın, Ankaralıların Angarası çıkar!
Asmanın bu toprakları sevmesi, Anadolu’da bağcılığı binlerce yıl önceye götürüyor. Roma İmparatorluğu döneminde Roma’ya Ankara’dan şarap gitmesi rivayeti bile yapılan işin ciddiyetini gösterir nitelikte.
Üzüm, olgunlaşma zamanına göre erkenci (temmuz sonu) ve geççi (eylül sonrası) çeşitlere sahip. Bu da üzüm üreticisine piyasaya arz sağlama konusunda bir kolaylık sağlıyor. Islah çalışmaları da söz konusu olunca üzüm çeşitleri de çoğalmış…
Toprak kumlu ve çakıllıysa erkencilik, ağır killiyse belki düşük kalitede ama bol üzüm alınır. Kireçli topraklarda verim düşük ama kaliteli üzüm yetiştirilir. Kum ve kil içeren (tınlı) topraklarsa gerek kalite ve gerekse verimlilik düşünüldüğünde en uygun topraklar. Biliyor musunuz, üzüm üreticiliği dünyada ilk beşe girdiğimiz bir alan. Anadolu’da binin üzerinde çeşit söz konusu. Bunların 50-60 kadarı ekonomik anlamda önemli katkı sağlıyor. Ağırlıklı olarak kurutmalık, sofralık, şıralık; pekmez, pestil, sucuk ve az bir kısmı da şaraplık olarak değerlendiriliyor.
İzlerle izlence
Dikmen, Küçükesat, Büyükesat, Seyranbağları, Türközü, Keçiören, Etlik, Ayvalı, Çankaya, Kavaklıdere, Bülbülderesi… Yok olan bağların, derelerin semt hatta ilçe isimlerindeki izleri onlar.
Ankara’nın göbeğinde, toprak cinsi, dere, erkenci veya yüksek kalite üzüm bir yere kadar dayanabilmiş. Başkentin artan nüfusu, kent merkezine yakınlık ve getirdiği rant gibi nedenler ise bağların sonunu getirmiş…
İşte bir asırlık izlence!
Yüz yıl önce… Yedi-sekiz dönüm bağ, içinde bir ev. Tenhada. İleride bir tepe, arada dere, tepenin ardında bir başka ev. Ankaralılardan özellikle hali vakti yerinde olanlar, yazın tozdan göz gözü görmez olmadan “bağa çıkma” geleneğiyle, at arabası varsa ne ala, yoksa eşekle taşınan erzakla gider, bahar ve yaz aylarını burada geçirirlermiş. Bağbozumunda kalabalıkken, kışın kimsecikler kalmazmış. Bunun sonucu Ankaralıların yaz ve kış yaşam biçimleri farklı olurmuş.
60 yıl önce… Kat Mülkiyeti Kanunu (1954) ve sayıları çığ gibi artan konut kooperatifleri (1963 sonrası) çarpık yapılaşma ve gecekondu işgali… Müthiş değişimin ayak izleri; bağlar arsaya dönüşüyor, bağ evleri el değiştirmeye veya sahiplerinde kalsa da yeni biçime girmeye başlıyor, evler geliyor, tek katlı veya iki katlı ama bahçeli, yeni yeni…
50 yıl önce… Daha yüksek evler, aralarında boş araziler, kapanan dereler. Sonraları, bugün… Evler, artık daha da yüksek! Bitişik, hatta sıkışık. Dereleri soracak olursanız, izleri bile yok. Çünkü önce kirletip sonra gömüldüler. Peki bağlar? Ankara’nın bağları yok! Üzümle, yetiştirilen sebze ve meyveler bir yanda, apartman, köşk veya otel olan kocaman yapılar bir yanda. İnsanlığın çoğunlukla sınıfta kaldığı yeşille imtihanı aslında.
Keçiören’den Kavaklıdere’ye
Andığımız isimlerden ikisine, Keçiören ve Kavaklıdere’ye kısaca değinelim.
Keçiören… Abdülhamit Dönemi eğitim hamlelerinden önce Çoban Mektebi, sonra Ziraat Mektebi adıyla açılan ama uygulamalı olsun diye yanında akarsuyla, geniş düzlükleriyle tarıma uygun alan seçilen ve yanına Numune Çiftliği yapılan yerde Keçiören… Bugün örnek çiftlik yapılarından biri, Halide Edip’in eşiyle kaldığı yapı ve hakim tepede Eski Ziraat Mektebi ile günümüze gelebilmiş. Biri müze oldu, diğeri önce Mustafa Kemal ve arkadaşlarına ev ve karargah, ardından Genelkurmay Başkanlığı. Şimdilerde de Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü olarak işlevini sürdürüyor.
O zamanların en büyük binalarından olduğu için karargah seçilen yapının etrafında onun kadar büyük başka yapının olmadığını kolaylıkla düşünebiliriz. Diğer evler, bağ evleri… Bugün ikisi Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (VEKAM) tarafından korunan ve günümüze birkaç tanesi gelebilmiş bağ evlerinden Keçiören’in bağlarının zenginliği ne kadar tahmin edilir bilmiyorum.
Ankara Kent Sohbetleri’nde söyleşi yaptığımız Mehmet Canan (75) anlatmıştı. Çocukluğunda dedesiyle Keçiören’deki bağlarına giderlermiş. Dedesi kendi bağlarıyla ilgilenmekle kalmaz, çevrede kim yardım istese gider, Kalecik Karası veya Çubuk siyah üzümü gibi bildiği 22 farklı üzüm aşısını herhangi bir karşılık beklemeden yaparmış. Canan, kuyumculukta geldiği üst seviyeyi bir yana koyuyor, dedesinin aşılarını “Nasıl öğrenmedim!” diye hayıflanmaktan hala kendini alamıyor.
Kavaklıdere… Masal gibi anlatacağım ama gerçek! Bir zamanlar, bir tek Kuğulu Park’ta su gördüğümüz yerde gürül gürül akan bir dere varmış. Dereden evin ihtiyaçları için veya bağı sulamak için su alınır, üzüm evde çeşitli şekillerde afiyetle tüketilirmiş. Ayrıca derenin yanı başında olan ve derenin adıyla anılan şarap fabrikasına da satılırmış. Fabrika satın alırmış ama kendisi de ayrıca derenin yanı başındaki bağlarda üzüm yetiştirirmiş.
Gün gelmiş, şahıslara ait olanlar da fabrikaya ait olan bağlar da satılmış. Yerlerine türlü yapılar, oteller ve hatta büyükelçilikler gelmiş. Şahıslar da mutlaka bağların satışından kazandıklarını değerlendirmişlerdir ama fabrika elde ettiği gelirle, havaalanı (baraj) yolunda yerler almış, adı Kavaklıdere Şarapları da bugüne dek gelmiş.
Bugün
Ankara’nın zengin bağ kültürünü şahıslar, kurum ve kuruluşlardan devam ettirenler var. Bu zenginliğin değerlendirilmesine bir örneği, bir eğitim kurumundan verelim:
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Kalecik Bağcılık Araştırma ve Uygulama İstasyonu, 1991 yılında kurulmuş. Killi-tınlı, hafif alkali, fazla kireçli ve tuzsuz toprak yapısına sahip arazide İç Anadolu Bölgesi’nin en büyük koleksiyon parseli yaratılmış. 153 adet yerli ve yabancı üzüm çeşidi Kalecik koşullarında korunuyor. Kalecik Karası, Trakya İlkeren, Royal, Mevlana, Ribol, Lival, Hamburg Misketi, Tekirdağ Çekirdeksizi ve Narince bazıları. Aromatik tıbbi bitki parseli de merkezde yer alan bir başka birim.
Atatürk ve İnönü’nün bağ evleri
Atatürk’ün en uzun yaşadığı ev bir bağ evi. En yakın arkadaşı İsmet İnönü’nün evi de öyle. İkisi de büyütülmüş belki ama bugüne gelmiş en değerli bağ evleri. Biri müze görevindeki Müze Köşk. İçindeki her eşya orijinal ve Atatürk’ten kalma. Ziyaretçiyle dolup taşıyor. Yazının hazırlandığı bugünlerde restorasyon geçiriyor.
Diğeri müze değil belki ama inanıyorum ki müze olacak. Yılda iki kez ve mutlaka farklı bir temayla düzenlenen sergilerle, kapılarını ziyaretçilere açıyor. İki önemli bağ evi de Çankaya’da. Topal Osman’ın bağ evi de yine Çankaya’da ve geçtiğimiz aylarda Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi olarak hizmet vermeye başladı.
Çankaya’dan Keçiören’e birkaç örnek daha
“Bağların en azından bir kısmı korunsaydı nasıl olurdu?” sorusunun bir yanıtı olarak Ankara’da apartmanlar arasında bir vaha gibi duran Papazın Bağı var. Önceleri bağ iken önce aile buraya yerleşmiş, sonraları gözlemesiyle ünlenmiş. Bugünkü adını kıskanç rakiplerine borçlu! Kimse gitmesin diye, “Orası papazın bağı, gitmeyin!” diye söylentiler çıkarmışlar. Belli ki söylentiler işe yaramamış veya ününün arttırmasını sağlamış!
Bağın bugüne kalması da tamamen ailenin direnciyle olmuş. Tahmin etmesi hiç zor değil, satın almak için o kadar çok teklif ve baskı gelmiş ki, aile sonunda bağı birinci dereceden doğal sit alanı ilan ettirmiş. Böylece bağ da günümüze gelebilmiş.
Belgeseli geliyor!
Bir de haber verelim! Kale grubumuz var. Söz bağlar konusuna geldi, ayrı bir grup kuruldu. Detayı belgeselin yayınlanacağı güne kalsın ama özetle yazayım. Belgesel Gönüllüleri ile Kale Gönüllüleri -bence ortak isimleri Memleket Sevdalıları– güç birliği yaptılar. Bağlar, bağ evleri, canlı tanıklar ile yaşanmışlıkların yer alacağı, yönetmenliğini Güngör Makar Hanım’ın yapacağı ve Ressam İsmet Yılmaz Hanım’ın harika suluboyalarıyla destekli, sımsıcak bir Ankara Bağları Belgeseli geliyor!
Bazısı kiminin tercihi belki ama aslında hepimizin elzemi
Küçükesat’ta veya neresi olsun, Keçiören’de diyelim, bir apartman bahçesinde olgun bir meyve ağacı görürseniz, günümüz kalıntı ormanları misali, o da Ankara’nın bağlarından kalmıştır. Genişlemeye veya otoparka kurban gidene dek meyvelerinin tadına bakmak gerek!
Ankara’nın bağlarını dinleyince oynanır, oynanmaz; tercih konusudur. Sadece kısa vadeli kar ve rantı düşünerek yıkıp yok etmek yerine düşünüp taşınıp planlı programlı hareket etmek, eldeki değerleri korumak, tercihe bırakılmaması gereken bir durum.
Kaynaklar
1.Akman, Arif. (1995). “Kalecik Karası Üzümü”. GIDA, 20 (3) 128-130.
2.Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Kalecik Bağcılık Araştırma ve Uygulama İstasyonu.
3.”Ankaralı İş İnsanı Mehmet Canan”, Mehmet Tunçer ve Necati Yalçın ile Ankara Kent Sohbetleri.
4.Ergönül, Onur, İlknur Korkutal, Cengiz Özer ve Elman Bahar. (2019). “Asma Islahında Erkencilik Üzerine Çalışmalar ve Erkenciliğin Kökeni”, Iğdır Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 9(4): 1851-1859.
5.Hürriyet, “İşte Türkiye’nin şaraplık üzüm haritası”.
6.Hürriyet, ‘“Çoban Mektebi’nden teknolojik merkeze”, Necati Yalçın.
7.Hürriyet, “Macar Usta, Tunalı Hilmi ve Cin Ali’siyle Kavaklıdere”, Necati Yalçın.
8.Karacagil, Zeynel. (2021) “Ankara’nın Zihinsel Haritası”. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi (doktora tezi).
9.Mahmut Üstün, “Papazın Bağı: Bir Cennet Parçasının Hikâyesi”.
10.Solfasol, “Ankara’da Yok Edilen Bağlar ve Bağ Kültürü”, Mehmet Tunçer.
12.Solfasol, Ankara’nın Bağ Evi ve Bağcılık Kültürü, Hasan Çelik.
12.Tuncer, Selda. (2014). “Küçükesat: Bağevlerinden Mahalleye”, İdeal Kent, Kent Araştırmaları Dergisi. Sayı 11, s.202-225.
13.Yıldız Dilli ve Sumru Kader. “Sofralık, Şaraplık ve Kurutmalık Üzüm Çeşitleri”.